Master için gittiğim İngiltere’de, hem akademik hem de güncel hayatta tüm gördüklerimi, yaşadıklarımı, edindiğim izlenimleri kaleme almış, Türkiye’de ki danışman hocama bir e-posta ile göndermiştim. İşte İngiltere’de yaşam ve yaşadıklarım:
kimden: | Yasin Nar (s159393) <Y.Nar@ucs.ac.uk> | ||
tarih: | 25 Aralık 2012 17:27 | ||
konu: | Ingiltere’den selamlar. |
Merhaba,
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Beni soracak olursanız çok iyiyim.
Uzun zaman oldu. Ne zamandır yazmak istiyordum. Christmas tatilinden istifade geniş bir boşluk bulunca uzun bir email yazayım dedim.
Nereden başlasam bilmiyorum. Hava… İnsanlar… Yaşam… Alışkanlıklar…
Kültür şoku denen şeyi sonuna kadar yaşadım ilk ayımda. Hani 60’larda 70’lerde dedelerimiz Almanya’ya gitmişler, tek göz odalarda kalmışlar. Döndüklerinde hep vatan özleminden bahsederlerdi ya… Anlamaz garip garip bakardım. Onların ne demek istediğini, ne hissettiklerini daha iyi anladım. Ben de ilk ay tek başıma kalıyordum bir dairede. Zordu, yıpratıcıydı… Çünkü seni dış dünyaya bağlayan internet yok, tek başınasın, sürekli kendinle başbaşa kalıyorsun, düşünüyorsun, hayatını sorguluyorsun vs. Duygusal tarafını keşfediyorsun. Bu kadar uzun süre ilk defa bütün sevdiklerinden uzakta tek başına olmak ancak zorluğu yaşanınca anlaşılabilecek birşey inanın. Asıl zor olan ise bambaşka bir kültürde bunu yaşamak… Gerçekten kolay değilmiş onu anladım.
Neyseki o zor dönem geçti benim için. Taşındım… Zamanla yeni insanlarla tanıştım çevremi genişlettim. Şimdi ingiliz arkadaşlarla aynı evde yaşıyorum, buraya alıştım çok daha rahatım.
Dediğim gibi burası bambaşka bir dünya. Bizim ülkemize gore pozitif tarafları da var, negatif tarafları da… Yabancı bir ülkede, eğer burada doğmadıysan yada şöyle diyeyim buranın vatandaşı değilsen genellikle kendini 2.sınıf insan gibi hissedebiliyorsun. Daha ülkeye girdiğinde havaalanında pasaport kuyrugunda hissettiriyorlar bu ayrımı. Europe Union vatandaşları için ayrı, bizim için ayrı alan var. Pasaport kontrolune girmeden bir mini form dolduruyorsun: Adın ne? Ne iş yaparsın? Nereden geldin? Burada nerede kalacaksın? vb. bilgiler içeren (2023 yılında gittiğimde yapmadım artık kalkmış.) Sonra pasaport memuruna bu formu verip bir de onun sorduğu soruları cevaplıyorsun. Şu sebeplerle ülkenize geldim, işte şunlar da kalacağım yer ve dönüş bileti belgelerim. Adam tatmin olmuşsa bunun üzerine bir de parmak izi veriyorsun oyle giriyorsun ülkeye. “UK Border Line” avrupanın en sıkı pasaport kontrol merkezi. Ekim ayında 5 günlüğüne buradan İspanya’ya geçtim. Orada pasaport kontrolu boyle degil, pasaportu gosterip rahatça geçiyorsun. Geri dondum London Stansted havaalanına yine aynı işlemler.
***
Bunun dışında kuzey ülkelerinin insanları soğuk derler ya… Biraz öyle. Akdenizlilerin sıcaklığı pek yok. İngiltere’ye ilk geldiğim hafta yoldan geçen adama bir fotograf cekebilirmisiniz dedim. Adam hayır dedi gitti. Şaşırmıştım… Birkaç hafta sonra kısa bir tatil için ispanyaya geçtim. Yolda bir kadına Sagrada Familia nerede diye sordum. Teyze yerin adını duyunca bir anlattı ki… Jest mimik herşeyi kullanıyor, anlatıyor da anlatıyor… Tabi ben o yeri ingilizce sordum, o ise ispanyolca anlattıgı için hiçbirşey anlamadım 🙂 Ama burada önemli olan kadının yardım etmek için kendini paralaması, çabalaması. İşte bunlar akdenizli, bizim gibi dedim. Bu olaylara bakarak genelleme yapmak doğru olmaz. Ama kuzey ülkeleri akdenizliler kadar sıcak değil diyebilirim. Bizde sınıfta birkaç yabancı olsun hemen Nerelisin? Adın ne? gibi sorular sorulur; o insanı, kültürünü tanımaya calışırız, ilgileniriz. Buradakiler ise hiç oralı degil, pek umrunda değilsin. Sen konusacaksın, kaynaşacaksın. İlk geldiğimde kültür şoku yaşadım biraz. Yardıma ihtiyaç duydugum zamanlar oldu, ama etrafımda yanımda kimse yoktu. Türkiye’de alıştığın, vazgeçemediğin yakınlık, ilgi ve destek burada yok tabi. Daha sonra buradaki hayata, kurallara insanlara alıştım, herşeyi kendi kendime ögrendim.
Burası tam bir kurallar ülkesi, İngilizler kurallara göre hareket ederler. Gece 2’de sokakta kimseler olmasa bile, kırmızı ışıkta geçmeyip bekleyen arabalar gorebilirsiniz. Otobus kapısı kapanıp harekete başladıktan sonra koşsan da şoför insiyatif kullanıp o kapıyı açmaz. Kurallara sıkı bağlılık var. Kurallar ne olursa olsun Türkiye’de hep bir açık kapı vardır ya, kurallar esnetilebilir burada o yok.
Ama şunu da soylemeliyim. Orta ve üst yaş bilhassa çok kibar insanlar. İngiliz asaleti kelimesi onlardan geliyor muhtemelen. Bir otobus şöforune sizi duraga getirdiği için hayatınızda hiç teşekkür ettiniz mi?.. Sanki pilot uçağı piste indirmiş gibi buradaki insanların hepsi otobusten her inişlerinde şofore tesekkur ediyor. Tabi ben de… Her binişinde de Hi! deyip yani selam verip biniyorsun. Böyle toplumsal bir görgü kuralı oluşmuş burada. Günlük yaşamda en çok kullanılan kelimeler Hi, Hello, Excuse me, Sorry, Thank you, Cheers.
Gençler tuhaflar. Öğretmenlerin işi zor olsa gerek. Sigara içen çok liseli görebilirsiniz okul önlerinde. Alkol problem burada. Su gibi tuketiyorlar. İngilizler, yabancılara alışkın olsa gerek çunku burada cok yabancı var. Belki de bu yuzden çok ilgi gostermiyorlar ve bu kadar bireyseller.
Özellikle çok sayıda hintli var. Zamanında ingiliz sömürgesi olmasının da etkisinden kaynaklanıyor. 2.Dunya savaşından sonra nasıl biz Almanya’nın yolunu tutmuşsak Hintliler de buraya gelmiş. Sonra eş, dost akrabalar gelmiş… Ama hintliler burada çok daha fazlalar. Hayatın heryerinde bir bankada mudur, universitede hoca, okulda ögrenci vs. her yerde gorebilirsiniz.
***
Dil konusuna gelince, ingilizler hızlı konusuyorlar ve sonları yutuyorlar. Emlakçı kadınla telefonla konuşurken resmen azap çekmiştim anlamak için. Keske Amerikan dizileri izlemek yerine ingiliz dizileri izleseymişim diyorum. Çunku amerikan filmlerinde kullanılan dilden biraz daha farklı kelimler kullanıyorlar, bir de bunun uzerine aksan eklenince daha zor oluyor anlamak. Örneğin biz çöp kelimesi için garbage, rubbish, trash’i daha çok biliriz. İngilizler litter’ı kullanıyor. Rubbish burada saçmalık anlamında kullanılıyor. Teşekkür ettin tam ayrılırken otobus şoforu yada kasiyer sana Cheers diyor. Allah Allah şimdi durduk yere niye şerefe dedi diyorsun? 🙂 İngilizler bu kelimeyi Teşekkürler, sağol, güle güle gibi anlamlarında daha çok kullanıyorlar. 🙂 Gunluk hayat için ingilizcem yeterli, hiç bir sıkıntı yaşamıyorum. Ancak akademik anlamda yeterli değil kesinlikle daha da geliştirmem gerekiyor. Bir konuyu tıkır tıkır kesintisiz anlatabilmem lazım. Hatta akademik dile de hakim olmak gerekiyor. Kendimi geliştirmeye calışıyorum. Ama malesef zaman çok sınırlı kesinlikle daha fazlasına ihtiyacım var. Bu yüzden değişim programımın ve pasaportumun süresini uzatma talebinde bulundum University Campus Suffolk’tan. Uzatsınlar Türkiye’ye gideyim ama tekrar geleyim istiyorum. Burada bir iş deneyimi yaşamak istediğim için Pasaport türünü de Tier 4 yapmalarını istedim. Umarım tüm bunları kabul ederler ve yıl sonuna kadar kalabilirim. Çünkü ancak o zaman tam hazır olarak dönmüş olacağım Türkiye’ye.
***
Derslerden bahsedecek olursak, “Business Environment in a Global Context” adındaki bir kitabı okuyorum şimdilerde. Müthiş bir kitap (http://www.oxfordtextbooks.co.uk/orc/harrison). Biz stratejik management dersinde keşke bu kitabı gorseymişiz. Bizim Avrupa birliği üyeliğimizin de bahsi geçtiği “Redrawing the map of Europe” gibi global aktüel konuları içerdiği gibi, “ekonomi ve yönetim” gibi teorik olarak anlatıldığında insanı sıkan konular case’ler ve pratik örneklerle o kadar güzel verilmiş ki tek kelimeyle harika. Kesinlikle işletme bölümünde okutulmalı. Dersleri Türkiye’de keşke ingilizce görseymişiz diye içimden çok kere geçirdim buraya geldiğimde. İngilizlerle kurumsal işbirliğini devam ettireceksek dersleri tamamen ingilizceye kaydırmamız gerek diye düşünüyorum. En azından yabancı kaynaklardan istifade edebiliriz derslerde. External Business Environment gibi bazı konuları Türkiye’dekinden biraz daha farklı gördük burada. Buradaki kaynakların Oxford, Cambridge gibi yayınevlerinden oldugu düşünülürse aslında bizim de globalleşip hocalarımızın ders işlerken daha güncel uluslararası kaynakları kullanması lazım diye düşünüyorum. Aksi durumunda uluslararası derslerde, seminerlerde, toplantılarda; mevcut öğrendiklerimizi her defasında uluslararası olanla match yapmak için kafamızda yeniden inşa etmek durumunda kalırız ki daha once öğrendiklerimiz için gecen onca zamanımıza ve emeğimize de yazık etmiş oluruz. Ayrıca bu kaynaklar gerçekten pratikle, teoriyi o kadar güzel harmanlamışlarki çok daha anlaşılır ve yararlı oluyor, çok daha sindirerek ve keyif alarak bilgileniyorsunuz.
Burada aldığım derslerin çok yararını goruyorum. Lecturer’ların dersleri nasıl anlattığını, kullandıkları vocabulary’lerini gözlemliyorum. Derslerle ilgili oldukça bilgi ve dokumanlara sahip oldum. Türkiye’de bir gün belki ben de bu dersleri veririm diye herşeyi en ince ayrıntısına kadar inceliyorum, karşılaştırıyorum.
Birçok şeyi ister istemez kafanızda karşılaştırıyorsunuz zaten. Üniversitede harika bir otomasyon sistemi kurmuşlar. Öğrenci veya personel iseniz herşey size verilen kimlik kartı ile yapılıyor.
Kapılardan giriş yapmanızdan tutun, kütüphaneden kitap almanıza hatta printer’dan baskı almanıza kadar…Butun yapmanız gereken kartı sensörlere okutmanız. Bu sensörler okulun her yerinde var… Düşünün printer’ların üzerine bile monte edilmiş. Öğrenci ID kartınız olmadan printer’ları kullanamıyorsunuz. Bizim universitelerimiz de bu sistemi bir an önce hayata gecirmeliyiz. Uzun vadede hem ekonomik, hem takibi kolay, hem denetimi ve guvenliği sağlıyor. Daha birçok pratik uygulama var.
***
Buradaki yaşamdan bahsedeyim biraz da. İnanılmaz bir düzen var. İstanbul’un karmaşasını gordukten sonra burası huzurlu geliyor.Evler sıra sıra ve hepsi hemen tek katlı yada 2 katlı. Çok nadir 3 katlı görüyorsunuz. Hepsi kırmızı minik tuğlalardan yapılı. Her evin ön kapısında mektuplar için bir letter slot bulunur. Burada postayla iletişim teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin günlük hayatta çok önemli bir yer tutmakta ve çok kullanılmaktadır.
Dogum gunu, Christmas, Paskalya gibi özel gunlerde ingilizler birbirlerine hediye ile birlikte kart veriyorlar yada gönderiyorlar. Böyle güzel bir gelenek var burada. Birbirinden renkli cok guzel kartlar… Sadece bu kartların satıldığı kart dukkanları var bunun için. Bu kadar önemli bir gelenek onlar için. Sokak baslarında ingilizlerin meşhur kırmızı silindir şeklindeki posta kutularını gorebilirsiniz. Zaten bu kırmızı posta kutuları, iki katlı kırmızı yolcu otobusleri ve yine kırmızı telefon kulubeleri İngiltere’nin simgesi haline gelmişler. Hediyelik eşya dukkanlarında çokça goruyorsunuz bunları. İngilizlerin güzel evlerine donersek, hepsinin sokaga bakan ön tarafında kucuk bir avlu alanı… Kimi araba parkı için kullanıyor, kimi oldugu gibi bırakıyor, kimi yeşillendiriyor… Ayrıca evlerin garajları da var. Evin arka kısmında kalıyor asıl o yem yesil bahçeleri.
Burada her eve belediye tarafından 3 tane çöp kutusu dağıtılıyor. Siyah, kahverengi ve mavi şeklinde. Biri geri dönüşümü olmayan çöpler için, diğeri geri dönüşüm imkanı olan plastik, kağıt vs. ambalajlar için, bir diğeri ise tahta, çalı, çırpı, yabani ot, çim artıkları vs. için kullanılıyor. Haftanın belli günlerinde her biri için ayrı bir çöp arabası geliyor. Çöpler düzenli olarak toplanıyor ve değerlendirilecekleri yerlere gönderiliyor. Eğer çöpleri ayrıştırmazsanız çöpçü almıyor, bu yuzden herkes çöpleri kategorilendirerek atıyor. Sonuç olarak hepimiz aynı dünya kaynaklarını kullanıyoruz ve bu kaynaklar sonsuz değil. Bu konuda her ulkenin benzer bir uygulama yapması gerekiyor aslında. Yagışlı ve soguk bir iklim oldugu için insanlar zamanlarının cogunu evde geciriyorlar. Bu yuzden ingilizler icin housing ve gardening çok önemli. Herkes ev ve bahçelerine çok özen gösteriyor. Ev ve bahçe için herşeyi bulabilileceğin Wilkinson mağazalar zinciri bu yuzden çok iyi iş yapıyor. Ayrıca evde oynamak için kutulanmış oyun (scrable, taboo gibi) ve DVD oyun satan mağazaları da çokça görebilirsiniz.
***
Evlere güzel dedikten sonra parklara ne demem gerekiyor bilemiyorum. Tek kelimeyle muhteşem parklara sahipler. Şöyle söyleyim Türkiye’de olsa para ile gezerdik emin olun. Çünkü ücretsiz olsa boyle guzel kalmazdı. Kasabanın merkezinde, hatta Londra’nın merkezinde bile uçsuz bucaksız yemyeşil parklar var. Yemyesil ve cok bakımlı. Böyle büyük alanları bizimkiler gorse; kaç alışveriş merkezi, kaç site sığar bu alana diye hesaplar eminim. Zihniyet bu kadar farklı. Alışveriş merkezi kirliliği yok burada, oyle Turkiyedeki gibi her yere istediğim devasa yapıyı dikerim yok. İnsanca yaşamanın paradan çok daha önemli olduğunun farkında burada belediye yöneticileri. Şehrin merkezinde bu kadar büyük yeşil alanları böyle korumayı başarıyorlar… Halk da sonuna kadar parkların tadını çıkarıyor. Parklarda köpeğini gezdirenleri, yürüyüş-koşu yapanları ya da makul bir şekilde piknik yapanları görebiliyorsunuz. Piknik bizdeki gibi mangal yak, etrafı kirlet, çevreye ses ve görüntü kirliliği yay durumundan farklı. Derli toplu, birkaç sandviç ve içecekten oluşuyor.
Parkta kopegini gezdirirken muhakkak yanında poşet bulundurmalısın. Köpek pisliği için özel çöp kutusu koyulmuş, buraya atın diye. Uymazsan çok ağır cezası var (£1000=3000TL). Cezalar Türkiye’deki gibi göstermelik olmadığı için ihlal edilmiyor kesinlikle.
İnsanlara, haklarına saygı, herkesin adam yerine konulması gerçekten hayranlık verici.
Sokaklar cok temiz. Başı boş gezen bir tane kedi yada köpek bulamazsınız sokaklarda. Hiç yok!.. Yani gece eve giderken karşıma bir köpek cıkarmı diye düşünmezsiniz. Sadece sahipleri tasmasıyla gezdirirken gorursunuz.
Bu yuzden parklarda yada kimi evlerin bahcelerinde sincaplar rahatca gezebiliyor. Önceki kaldıgım evde her sabah mutfak camindan bahcedeki sincaplari izleyerek kahvalti hazirliyordum (fotografta gordugunuz gibi).
***
Hayat cok pahali (Pound cok degerli oldugu için 1£=3TL). Ulaşım, gıda vs. herşey Türkiye’ye gore cok pahalı. Tabi bize gore çok pahalı onların kazançlarına göre normal. Türkiye’de cennetin icinde yasiyormusuz diye geciriyorsunuz içinizden. Turkiye’de çok ucuza buldugunuz ama burada bulamadiginiz o kadar cok sey var ki… En basit zeytin mesela… Her yerde satilmiyor ve cok pahalı, 3 tanesi 1 TL’ye denk geliyor. Ama normal karşılamak lazım, onlar için olmazsa olmaz birşey değil cunku ingilizler kahvaltilarini bizimki gibi yapmiyor. Tukettikleri gıdalar farklı. Domuz etini çok tuketiyorlar, dana ve tavuk etine göre çok ucuz zaten. Peynirde ve cipste bile domuz etine rastlayabiliyorsunuz. Bu yuzden yiyecek alırken ayrı bir itina gösteriyorum. Bizde kebapcı dukkanları neyse burada Fish&Chips (Balık & Patates kızartması) o. Her yerde var. Bunun nedeni; iklim ve doğal koşulların pek çok tarım ürünü için elverişli olmamasından ötürü en çok yetiştirilen tarım ürününün buğdayın ardından patates olması. Patates çok olunca ayrıca binbir çeşit cips çeşidi görüyorsunuz market reyonlarında. Eee iklim soguk patates de çok…Haliyle evlerde inanılmaz bir cips tüketimi var. Oyleki marketlerde menuler var 1 icecek ve yiyecek aldiginda yaninda cips veriliyor. Ada ulkesi olunca diger en cok tuketilen gıdanın balik olmasi da normal haliyle. Ama oyle bizdeki gibi canli taze balik falan degil… Genelde konserve balık yada dondurulmuş balık.
Bir markete girdiginiz zaman zaten sunu goruyorsunuz. Hemen hemen yarisi buzdolabi, diger yarisi konserve. Bizdeki gibi genis meyve sebze reyonları yok. Hersey kutulanmış yada dondurulmuş. Taze tukettigin pek birsey yok. Surekli hazır tuketmeye bizim bunye alışık olmadıgı için, ben yemek yapmayi burada ogrendim. Gecenlerde biber almak istedim. Yesil sivri biber. Gezmedigim market kalmadi. Tesco’sundan Aldi’sine… Tek bir yerde buldum. O da bir hintlinin dukkaninda. Biberin kasasina baktim Turkiye yaziyor, bizden gitmiş :)) (İngilizler dolmalık biber tuketiyorlar biber olarak, sivri biber satılmıyor marketlerinde.)
Kisacasi ingilizler yemekten farkli zevk aliyor biz farkli…
İngiliz dukkanlarında bulamadıgım ama bizim yemeklerde kullandıgımız bazı geleneksel yada alışkın oldugumuz gıda ürünlerini (bulgur, nohut, salça gibi) bu hintli dukkanından karşılıyorum. Aslında bu boşluğu biz doldurulabiliriz. İngiliz marketlerdeki bütün akdeniz ürünleri turşu, zeytin, zeytinyağı vb. italyan ve ispanyol firmalarının elinde, 3.sırayı da yunanlılar alıyor. Bizim her sabah kahvaltıda yediğimiz beyaz peynir burada Greek Slad Cheese diye geçiyor. Bir de “Greek Style Yogurt” var içimi sızlatan. Yoğurdu Türklerin bulup ama koca ingiltere ve Amerika’da Greek Style diye yunanların bir ürünüymüş gibi satılması bir Türk olarak insanın içini acıtıyor açıkçası. Özellikle Amerika’da bunu yapanın Türkiye’de doğan bu toprakların ekmeğini yemiş biri olması, bu topraklarda öğrendiği yogurdu Amerika’da Greek Yogurt diye satması bir Türk olarak insanın kanına dokunuyor gerçekten (Chobani Amerika’da yogurt pazarının lideri).
Birlikte yeme kültürü yok ingilizlerde. Bizde nasıldır? Yemek genelde hep birlikte yenir. Burada yemeğini hazırlayan yemeğini alıp odasına geçiyor. Bizde ailenin bize kazandırdığı bir alışkanlıktır bu birliktelik. Bunlarda ise bireyselik daha ön planda.
***
İngiltere, Avrupa’nın Amerikası. Yeteneğin varsa çok kısa sürede tum dunya bundan haberdar olabilir. Bu yonuyle Amerika’ya çok benziyor. TV’lerde hep Reality show’lar var.
Yalnız Amerikadaki kadar uçurum yok insanlar arasında. Tabi çok zenginler var ama meslekler arasında çok ciddi maaş uçurumu yok. Burada herkes birbirinin mesleğine çok saygı duyuyor. Türkiye’de bir müdür ile alt kademedeki bir personel aynı karede olmaz. Ama burada aynı yemekte görebilirsiniz.
Çünkü her mesleğin önemli oldugu ogretiliyor kücük yaslardan itibaren.
Turkiye’de çocuklar öğretmen,muhendis, doktor, avukat olmaları için yarıştırılıyor bu alanlara yonlendiriliyorlar hep. Olamayınca da başka iş tutmuş ama işini sevmeyerek yapan binlerce insana rastlıyoruz hayatın her alanında. Bu da toplumun hepsine yansıyor birşekilde.
Burada ise her mesleğin onemi ogretiliyor, her mesleğe yonlendirme yapiliyor. Insanlar birbirlerinin meslegine bakarak arkadaslık yapayım demiyor.
Bizler çocuklarımıza zengin olmayı değil, mutlu olmayı öğretmeliyiz ki hayatları boyunca sahip oldukları şeylerin fiyatını değil kıymetini bilsinler. Mesleğini seven hayata pozitif bakan mutlu bireyler ancak böyle yetişir diye düşünüyorum. Okullarımızdaki rehberlik sisteminin elden geçirilmesi gerek belli ki.
***
Trafik burada tersten soldan akıyor(arabaların direksiyonu solda). Bu yuzden trafikte yaya olarak karşıdan karşıya geçerken -arabalar ters taraftan geldiği için- başlarda kaza tehlikesi yaşayabilirsiniz, fakat zamanla alışıyorsunuz. Demistim ya çok kibarlar diye. 2 aracın birbirine defalarca öncelik verdiğine şahit oldum. En son biri geçti artık. Biz de önce ben geçeceğim diye birbini öldüren insanların haberlerini okuyoruz 3.sayfa haberlerinde. Yolun kenarına geldiğiniz zaman yayaya yol vermek, zaten tum orta ve kuzey avrupa’da oldugu gibi burada da var.
***
Burada hava genelde bulutlu. Zaten ucakla ilk geldiğimde Londra’ya inerken oyle devasa bulut tabakalarından gectik ki belliydi burada gunesin çok sık kendini gostermeyecegi. Gunesli gunler oluyor tabi ama her an yagmur yagabiliyor. Genellikle günler bulutlu ve yagmurlu.
***
Buradaki iş hayatına gelirsek; kadınlar bizzat iş hayatının içinde. Örneğin supermarketin içinde buyuk paletleri çekerken görebilirsiniz kadınları yada gece 23:00 seferini yapacak otobusun söfor koltugunda. Evet, kadın otobus soforleri var burada. Hem de cok. Biz de hayal edemiyorum kadın otobus soforlerini… Gece seferini yapacaklarını ise hiç dusunemiyorum. Hayır o kadın şoforun gidişi olur, donusu olur mu bilemiyorum. Bu soguk adaya medeniyeti nasıl yerleştirmişler goruyorsunuz.
İngiltere her ne kadar multicultural bir yapıya sahip olsa da iş bakımından orada doğan bir kişiyle aynı şansa sahip olmuyorsunuz malesef. Hem sizi ve geçmişinizi anlayıp değerlendiremedikleri için, Türkiye’deki gittiğiniz okulu, çalıştığınız yeri tam bir yere koyamıyorlar hem de dil konusunda tereddüt duyuyorlar acaba ne kadar iyi ingilizce konuşabilecek diye. Undergraduate programım ve tecrübem IT üzerine olduğu için gözlemlediğim kadarıyla IT konusunda kolay iş bulunabilir. Çunku yaptıgınız iş dunyanın her yerinde aynı (Software yada network) ve ayrıca çok iyi ingilizce konusmanızı gerektirmiyor. Onun dışında her durumda mevcut işinizin bir alt seviyesinden başlamayı göze almak gerek. Hatta bazen sıfırdan başlamanız bile gerekebilir. Ama burada küçük işlerde asgari ücret ile suyunu çıkartmıyorlar insanın, medeni bir hayat yaşayabiliyorsunuz.
İnsanların iş dışında da bir hayatları oldugu düşünülmüş. Bu yuzden çalışma saatleri çok insani. Özellikle perakende gibi bazı sektörlerde, bizim ülkeyle burası arasındaki fark açıkça goruluyor. Bu iyi mi kötü mü tartışılır tabi, özellikle hizmet alan açısından. Burada en uzun açık kalan supermarket zincirinin çalışma saati 8:30-18:00 (Pazar ise 10:00-16:00). 18:00’den itibaren tüm işyerleri, dükkanlar her yer kapalı oluyor. Herkes evinde oluyor.
Biz dunyanın uzakdogulularla beraber en cok calısan milletiyiz onu farkettim.
Burada şu an Christmas tatili var. Ben de bu 2 haftalık tatil fırsatından istifade ederek assigment’lara çalışıyorum.
Buradan aktaracaklarım bunlar.
İngiltere’den Türkiye’ye selamlar.
Yasin NAR
University Campus Suffolk is the trading name of University Campus Suffolk Ltd. Registered in England and Wales, company number: 05078498.
Registered Address: Waterfront Building, Neptune Quay, Ipswich, IP4 1QJ